Sumgayit, Bakü, Marağa`daki Ermeni katliamları ve “Halka” operasyonu
Bağımsızlık ve kendi haklarını korumak için Ermenilerin düzenledikleri barışçıl gösterilere Azerbaycanlılar, daha Sovyetler Birliği dağılmamışken, önceden planlanmış katliam ve sürgünlerle karşılık vermişlerdi. Ermeni katliamları Sumgayit`te, Bakü, Kirovabad, Khaçmaz, Guba, Şeki, Kutkaşen, Ağsu, İsmaili, Ağdaş, Tovuz, Şamkhor, Getabek, Daşkesen, Jdanov ve diğer yerlerde tertiplenip, gerçekleştirilmişti. Sumgayit bir başlangıçtı, Bakü, Marağa ve askeri “Halka” operasyonu, kapsamı ve cezasız bırakılması açısından benzeri daha önce hiç görülmemişti. Şiddet eylemlerinin iktidar tarafından tertiplendiği ve organize edildiği ise herkesçe bilinen bir gerçek.
Sumgayit, Bakü ve diğer şehirlerde caniler otomobillerle, ellerinde yerel yönetimin verdiği adresle Ermenilerin evlerine girmekteydiler. Yanlarındaki devlet işletmelerinde üretilen sivri demir çubukları kullanıyorlardı. Ermenilerin katliamlardan kaçınmalarını önlemek için, onlar çalıştıkları iş yerinden çeşitli bahaneler uydurarak, kasten evlerine gönderiliyordu. Devletin bürokrasisi azgın güruhu kışkırtıyor, polis güçleri ise olup biteni seyrediyor, bazen de canilere yardımcı oluyordu. Ambülans ve sağlık ekipleri darp edilmiş, yaralı Ermenilere yardımda bulunmayı reddediyordu. Bu ekipler hunharca katledilen, işkenceyle öldürülen veya diri diri yakılanların ölüm sebebini raporlara kalp yetersizliği olarak kaydediyorlardı. Bazı Ermeniler katliamdan, hayatlarını tehlikeye atmak pahasına onları canilerden kendi evlerinde gizleyen Azerbaycanlı komşuları sayesinde sağ kurtudular. Ancak katliamdan sağ kurtulanlar da evlerini, barklarını ve mal varlıkların terketmek zorunda kalan on binlerce mülteci saflarına katılmak zorunda kaldılar.
Tarihçe: Cezasızlığın ilk örneği olarak Şuşi
Şuşi Dağlık Karabağın merkezinde, yüksek bir plato üzerinde yer almakta olup, başkent Stepanaker`te 10 km uzaklıktadır. Elverişli coğrafi konumu sayesinde 18. asırdan itibaren daima stratejik öneme sahip olmuştur. 19. asırda Kafkasların dini merkezlerinden bir haline gelmiştir. Kafkasya Ermenilerinin siyasi ve kültürel alandaki seçkinleri burada yetişmekteydiler.
Şuşi`de Ermenilerle Kafkas Tatarları (göçebe boyların bu temsilcileri 1930`lu yıllara değin böyle anılıyordu) arasında ilk çatışmalar 1905-06 yıllarında vuku buldu. Gerçi bu çatışmalarda Türk-Tatar caniler amaçlarına ulaşamadılar, fakat 400 ev ve idari binalar ateşe verdiler.
Kuruluşunun daha ilk gününden itibaren, 1918`de Azerbaycan Cumhuriyeti Karabağ ve Ermenistan`ın bazı bölgelerine yönelik toprak iddialarında bulundu. Mart 1920`de Azeri ve Türk birlikleri (bunlar 1918`de Kafkaslara girmiş, Baküyü işgal etmişlerdi) Kafkasyanın 5. büyük şehri Şuşiyi ateşa verip, yıktılar. Silahlı Türk-Azeri gruplar nüfusu 35 bini bulan Şuşi Ermenilerini çoğunlukla katlettiler. Yaklaşık 7 bin dayalı, döşeli ve büyük kısmı 2 katlı ev ile kültürel ve idari şık binalar yıkıldı, yerle bir edildi. Şehrin Ermeni mahallesi tamamen yakıldı ve 1960`ların başlarına kadar da inşa edilmeden öylece kaldı.
Sumgayit
Şubat 1988`de Azerbaycan`ın Sugayit kentinde vuku bulan şiddet olayları öncesinde Azerbaycan boydan boya Ermeni karşıtı gösteri ve mitinglerle çalkalanıyordu. Başkent Bakü`den bir buçuk saatlik mesafede olan Sumgayit`te Ermenilerin yağmalanması, katli ve öldürülmeleri gündüz gözüyle gerçekleştiriliyordu. Şiddet eylemlerinin sebebi, kan dökmek suretiyle Ermeni halkının gözünü korkutarak, Karabağ sorununun Ermenilerin kendi istekleri doğrultusunda çözümünü engellemek ve onları bağımsızlık emel ve mücadelelerinden vaz geçirmeye zorlamaktı.
Bu arada kurtuluş mücadelesinin bastırılması, Azerilerin yanısıra, daha birçoklarının işine geliyordu. Katliamlar arifesinde, 26 Şubat`ta Ermeni aydınlarla yaptığı buluşmada SSCB devlet başkanı Mihail Gorbaçov, Bakü`de yaşayan 200 bin Ermeninin güvenliğinden endişe ettiğini dile getirmiş ve bunu Artsakh Ermenilerinin Artsakh`ı Ermenistan ile birleştirme talepleriyle açıklamıştı. SSCB gibi koskoca bir ülke liderinin, Bakü ve diğer büyük şehirlerdeki eğilimler ve gelişmelerden haberdar olmadığını ve bunları engellemeye gücünün yetmediğini düşünmek bile akla mantığa sığmamaktadır.
Bütün bu olanlara paralel olarak, Ermenistanda Azerbaycanlıların kitlesel katlimlara maruz kaldıklarına dair asılsız haberler devreye sokulmaya başlnadı. Kapsama alanı tüm SSCB`yi içine alan devlet televizyonu ekranından, SSCB başsavcısının Askeran olayları sırasında iki Azerbaycanlının öldürülmesine dair raporunun açıklanması, yeni katlimların başlamasını ciddi şekilde tetikledi, (ama sonradan öldürülenlerden birinin kardeşinin Leningrad`da yayımlanan “Avrora” Dergisinin 1988 tarihli 10. sayısındaki “onu Azerbaycanlı polisin öldürdüğüne” dair açıklamasıyla gerçek ortaya çıktı). Fakat Azerbaycanlı yöneticilerin tehditlerinin sonu bir türlü gelmek bilmiyordu.
Azerbaycan yönetimi tarafından sivil Ermeni halka uygulanan katlim ve tacizler 27-29 Şubatta zirveye ulaşmıştı. Şehir tam anlamıyla Ermenileri serbestçe öldürme arenası olmuştu. Azgın caniler ellerinde kendilerine yerel yöneticiler tarafından verilen adres, Ermenilerin evlerine dalmaktaydılar. İnsan azmanı bu yabaniler önceden demir çubuk, taş ve baltalar, şişe ve akaryakıt bidonlarıyla donanmıştı. Demir çubuklar ve kesici diğer aletler devlet işletmelerinde yapılıyor, dolayısıyla gizli kalamazdı. Tanıkların ifadelerine göre caniler sadece tek bir eve yaklaşık 50-80 kişilik gruplar halinde saldırıyordu.
Bu caniler tüm çirkefliklerini sokak ortalarında da segilemekteydiler. Katliam kurbanları çoğunlukla diri diri yakıldıktan, darp edildikten, şiddete maruz kaldıktan sonra öldürülüyordu. Cinsel tacizin hedefi olan kadınlar arasında çok sayıda küçük kız çocukları da vardı. Yüzlerce insan aldıkları yaralardan sakat kaldılar. Yaklaşık 200 ev tahrip edildi, çok sayıda otomobil yakıldı, onlarca atölye, dükkan, büfe yağmalandı, yerle bir edildi. Bunları yerle bir etmenin yegane gerekçesi Ermenilere ait olmalarıydı. Katliamlar nedeniyle 18 bin mülteci Stepanakert ve Yerevan`a sığındı.
Azerbaycan savcılığı tarafından Moskova`ya, bir üst kuruma sunulan verilere göre vahşet 27 kişinin katline sebep olmuştu. Tanıklar ise ifadelerinde Sumgayit morglarında kimliği belirlenemeyen 70 cesetten bahsediyorlardı. Cesetlerin bir kısmı toprağa verilmek bahanesiyle Bakü`ye naklediliyor, burada ise öldürülenlerin sayısını gizlemek için ölüm sebebi olarak raporda akla mantığa sığmayan gerekçeler kaydediliyordu. Ölü sayısına dair resmi veriler, Sovyet üst düzey yöneticilerine dahi inandırıcı gelmemişti.
Görülen oydu ki, silahlı bu çapulcular aralarında iş bölümü yapmışlardı, bir grup işkence ve cinayetleri gerçekleştiriyor, bunları diğer grupların talan ve yağmalamaları izliyor, üçüncü grup ise gelip vahşetin kanıtlarını temizliyordu. Telefon kabloları önceden kesilmişti, polis güçleri ise çapulcuları desteklemek haricinde, katliamlara müdahele etmiyordu.
Sovyet ordu birlikleri şehre ancak katliamların 3. günü gelebildiler, o da silahsız ve müdahele hakkından yoksun olarak. Bunları gelişi olayların seyrini değiştirmedi, çünki kendileri gereken emir verilmiyordu.
Mümkün olan en ağır cezayı mahkemeye çıkarılan sanıklardan sadece biri aldı. Diğerlerinin cezası hafifletilmek suretiyle geçiştirildi. Sovyet yönetimi bu canilerin yargı önüne topluca çıkarılmasını, katliamların organize olduğunun itirafı addederek tercih etmedi, zira bu durumda siyasi değerlendirme yapmak gerekecekti. Caniler Sovyetler Birliğinin çeşitli mahkemelerinde yargılandılar. Davalar kanun ihlalleriyle yürütülüyor, mağdurların hak ve çıkarları tabi dikkate alınmıyordu. Sovyetler Birliği dağılınca davalar askıya alındı ve tüm suçlular beraat etmek suretiyle serbest bırakıldı. Katliamların asıl organizatör ve azmettiricileri ise, ceza almak şöyle dursun, Azerbaycanın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra üst düzey görevlere getirildiler.
Şubat 1988`deki Sumgayit katliamları boyutlarıyla “soykırım” tabirinr tamamen uymakla beraber, makul siyasi bir değerlendirmeye hiçbir zaman tabi tutlmadı. Buna karşın eldeki belgeler, görgü tanıklarının ifadeleri ve diğer veriler katliamların üst düzey devlet yetkililerince planlanıp, gerçekleştirildiğini, asıl sorumluların dönemin aşırı Türk milliyetçi çevrelerle ilişkili Sovyet Azerbaycanı yöneticileri olduklarını göstermektedir. Polisin cinayetlere göz yumması bir yana, bunların canilere eylemlerinde katkıda bulundukları tanık ifadeleriyle kanıtlanmaktadır.
Katliamlar hem Sovyetler Birliği, hem de yabancı ülkelerde topluma malolmuş kişiler ve insan hakları kuruluşlarınca takbih edildi. ABD Senatosu (1989) ile Arjantin Parlamentosu katliamları esefle kınadılar. Avrupa Konseyi 7 Temmuz 1988`de C235/106 numaralı kanun tasarısı ile “Azerbaycanın Sumgayit şehrinde Ermeni katliamları” başlığı altında vahşeti kınamakla kalmayıp, Artsakh`ın Sovyet Ermenistanı ile birleştirilmesi konusunda Artsakh Ermenilerine desteğini bildirmişti. Ancak ne Azerbaycan, ne de Sovyet Merkezi yönetimi katliamları resmen kınamaktan kaçındıkları gibi, katledilenlerin ailelerinden taziye mesajlarını dahi esirgediler.
Bakü
Sovyet yönetimi ve uluslararası camianın Sumgayit`te işlenen suçu gereği gibi niteleme ve kınama konularındaki tutarsızlıkları, elbette ki, cürüm işlemede Azerbaycan`ı cesaretlendirecek, katliamları örgütleyenlerin ve katılımcıların adli sorumluluktan kaçınmalarını sağlayacak ve cürmün sürekli hale getirilmesine ortam hazırlayacaktı. Öyle de oldu. Ermenilere yapılan saldırılar güçlenerek arttı, tüm Azerbacan sathına yayıldı, Bakü, Kirovabad, Şamah, Şamkhor, Mingeçaur`un yanısıra Nakhicevan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinde de yoğunlaştı. Ayak takımı Kirovabad`da bir huzur evine saldırdı, orada kalmakta olan 12 yaşlı Ermeni erkek ve kadını ki, aralarında kendi başlarına yürüyemeyecek durumda olan özürlüler de vardı, oradan alıp, şehir dışına götürdü ve hunharca öldürdü (bu epizot basında ve haber ajanslarında geniş yankı bulmuştu).
ASSC`nin kısal kesimlerindeki Ermeni köyleri boşaltılıp, sakinleri yurtlarından sürüldü. Dağlık Karabağın kuzey (bu bölgeler DKÖB`nin kuruluş yıllarında henüz özerk bölgeye dahil adilmemişti) bölgelerindeki 40`ı aşkın Ermeni köyü ile Kirovabad`da ikamet eden 40 bin Ermeni de aynı kaderi paylaştılar. Ocak 1990`da bu saldırılar Baküde yoğunlaşarak, zirveye ulaştı ve yüzlerce Ermeni milliyetçi Azeri nefretinin kurbanı oldu.
13-19 Ocak 1990`da gerçekleştirilen Bakü katliamları, diğer Azeri şehirlerindeki gibi, yönetim tarafından himaye edilmekteydi. Azerbaycan Komünist Partisi Merkezi Komitesi birinci sekreteri A. Vezirov, Azerbaycan Halk Cephesi temsilcileri ile 13 Ocakta yapmış olduğu buluşmada şu açıklamayı yapıyordu: “ Biz yolumuzu düşmanlarımızdan temizlemeliyiz, Dağlık Karabağ Bölge Şurası ile DKÖB Özel Yönetim Komitesini ve diğer kuruluşları tamizlediğimiz gibi....”. Onun bu açıklaması Azerbaycan ulusal televizon kanalından yayınlandı. Basın ve yayın organları Ermeni karşıtı bu tür açıklamalarla dolup, taşmakta, miting ve gösterilerde sürekli dile getirilmekteydi. Katliamlar öncesinde Ermeniler fabrikalarda işten atılıyor, tahdit ve darp ediliyordu.
3 Ocak akşam üzeri saat 5 sularında sayıları binlerle ifade edilen ve birkaç gruba ayrılmış olan güruh, gösteri için Lenin Meydanında toplanmıştı, sonra teker teker Ermenilerin evlerine yönelmeye başladılar. Bunlar ya insanları hunharca katlediyor, ya da evlerinden alıyor, ülkeden ayrılmaları için limadaki iskeleye veya hava alanına götürüp, bırakıyorlardı. “Katiamlar ve saldırılar Bakü`de 15 Ocakta da devam etti. İlk belirlemelere göre katliamın üçüncü gününe kadar 33 kişi öldürülmüştü. Ancak bu sayı kesin sayılmamalı, zira Bakü`deki Ermeni konutlarının tamamı denetlenmemişti...” (“İzvestiya”, 16 Ocak, 1990).
Sayıları binlerle ifade edilen Azeri sürüleri, önceden edinilen adreslerle Ermenilerin konutlarına yöneldiler. Bunlar evlere giriyor, ev sahiplerini darp ediyor, sonra pencereden aşağı atıyor, kadınların ırzına geçiyor, birçoklarını ellerindeki demir çubuklarla öldürüyor ya da diri diri yakıyorlardı. Bunların ardından eve Azerbaycan Halk Cephesi temsilcileri dalıyor, korkudan taş kesilmiş insanlara bulundukları konutun “meşru” sahiplerinin tapusunu gösteriyor, “hayatlarını kurtarmalrı” için limana gitmeyi öneriyorlardı. Limanda bu mültecileri yağmalıyor, darp edip, aşağıladıktan sonra Türkmenistan`a gitmeleri için vapura bindiriyorlardı.
Azerbaycan`da katliamlardan ve etnik arındırma eylemlerinden kaçınmak için yüz binlerce Ermeni ülkeyi terketmek zorunda kaldı Fotolar Martin Şahbazyan`ın |
Aynı rezalet Hava alanında da sergilendi. Emniyet güçleri, güncel servis hizmetleri, (yani muhtarlık, adres vermek suretiyle), hatta sağlık personeli bile katliamlara katıldılar. Acil servis elemanları olay yerine geliyor, kalp krizini veya kalp yetmezliğini rapora ölüm sebebi olarak kaydediyorlardı.
Burada biz kanıtlarla belgelenmiş, olmadık gaddarlık ve vahşetle işlenen cinayetlere tanık olmaktayız, örneğin insanların vücutları parçalanıyor, hamile kadınlar parçalara ayırılıyor ve insanlar diri diri yakılıyordu. Bakü`deki Ermeni katliamları esnasında, azgın güruh bir insanı yakalayıp, paramparça etmiş, uzuvlarını çöp kutusuna atmıştı (“Soyuz”, 19 Mayıs, 1990). Görgü tanığı Azeri bir kadın, Ermeni olan kocasına dair bakın neler anlatıyordu: “Onlar kendisini parçalarken, o “öldürün beni”, diye feyat ediyordu, beni bağlamış olmalarından dolayı sadece “onu öldürün”, diyebiliyordum. Kocam daha fazla eziyet çekmesin diye onu öldürmeleri için onlara yalvarıyordum”.
Katliamlarda öldürülenlerin tam sayısı bugüne dek belirlenmiş değil, çeşitli kaynaklar 150-300 kişinin öldürüldüğünden bahsetmekteler. Katliamlar 20 Ocak tarihine, Sovyet ordu birliklerinin Bakü`ye girmesine kadar devam etti. Bu birliklerinin asayişi temin etmek bahanesiyle 6 gün aralıklıksız süren kargaşa ve cinayetlerden sonra Bakü`ye gecikmeyle girmesinden sonra, Gorbaçov nihayet şehirde sıkı yönetim ilan etti.
Bakü`de sayısı 250 bini bulan Ermeni nüfusu şehri tamamen terketti. Yüzlerce insan hala kayıp. Buna ilişkin olarak Avrupa Parlamentosu bir karar tasarısı kabul etti, tasarıda Dışişleri Bakanlar Konseyi ve Avrupa Komisyonuna Sovyet yönetiminin gayri meşru girişimlerinden Ermenileri koruması, Ermenistan ve Dağlık Karabağ`a yardım etmesi çağrısı yapılmaktaydı.
“Halka” operasyonu ve Dağlık Karabağ`daki 24 Ermeni köyünün zoraki boşaltılması
1991`in başından itibaren Azerbaycan yönetimi DKÖB ve Şahumyan bölgesi Ermenilerine karşı kapsamlı eylemlere girişti. Her yerde Ermenilere Dağlık Karabağ topraklarını derhal, mümkün olduğunca çabuk terketme uyarısı yapan bildiriler dağıtılmaktaydı.
14 Ocakta Azerbaycan Yüsek Şurası başkanlığı iki komşu ilçeyi, yani rayonu birleştirme kararı aldı, karar uyarınca Ermenilerle meskun Şahumyan bölgesi Azerbaycanlıların Khasum-İsmaylovsk ilçesine bağlandı, ardından birlikte Geranboy bölgesine dahil edildiler. Azerbaycan yönetiminin maksadı apaçık ortadaydı, bir Ermeni bölgesinden daha kurtulmak, Ermenileri oradan sürüp, Ermeni köylerine Azerbaycanlıları yerleştirmek. O dönemde 20 bine ulaşan Şahumyan bölgesi nüfusunun % 82`ini Ermeniler oluşturmaktaydı.
22 Ocakta Azerbaycan içişleri bakanlığının OMON (Özel Amaçlı Mobil Birimi) güçleri, Stepanakert hava alanındaki durumu yerinde incelemek için bölgeye gelen Rusya Parlamentosu üyelerini pervasızca gözaltına aldılar.
Ortam Dağlık Karabağ ve çevre bölgelerde giderek geriliyordu. Ermeni nüfusa karşı tertiplenen tenkil operasyonları arasında, fiilen tam bir terör eylemi olan “Halka” operasyonu kapsam, yoğunluk, gaddarlık ve hakkın, hukukun çiğnenmesi açısından öncekilerden tamamen farklıdır. Söz konusu operasyon Azerbaycan içişleri ile SSCB içişleri bakanlığı özel güçleri OMON tarafından Nisan 1991`de müşterek düzenlenmiş ve Ağustos ayına kadar sürmüştür. “Kimlik kontrol mevzuatı” gerekçesiyle, Dağlık Karabağın ulusal kurtuluş mücadelesini bastırmak için daha önce hiç görülmemiş bir devlet terörü uygulandı. İfade edilmesi dahi imkansız cinayet, şiddet ve vandalizm uygulanmış, yaşına başına bakmaksızın küçücük çocukların bile aşağılanması olağan bir hal almıştı. Bu operasyonun amacı Ermenilerin gözünü korkutup, onları bağımsızlık fikirlerinden vaz geçmeye, caydırmaya zorlamaktı.
Operasyon Getaşen ve Martunaşen köylerinde başladı ve 24 Ermeni köyünün Ermenilerden arındırılmasıyla sonuçlandı. Bu köylerden ikisi Azerbaycanın Hanlar ilçesi, üçü Şahumyan bölgesi, on beşi ise Dağlık Karabağın Hadrut, dördü de Şuşi illeri idari sınırları içinde yer almaktaydı. Yaklaşık yüz kişi katledildi, yüzlercesi esir alındı. Azeri özel polis güçleri yöreye gelinceye kadar, Sovyet birlikleri askerler, zırhlı araç, hatta hava kuvvetleriyle köyleri kuşatma altına alıyordu. Sovyet birliklerinin desteğini alan Azeriler evlere dalıyor, yağmalıyor, kadınların ırzına geçiyor, özürlüleri öldürüyor, diğerlerini ise köylerinden sürüyordu.
Şahumyan bölgesinde Ermeni köylerine Sovyet ordu birlikleri ile Azerbaycan emniyet güçlerinin saldırılarını, çevre bölgelerdeki Azeri köyleri ahalisinin saldırıları izliyordu, bunlar kamyonlara gelip, Ermenilerin evlerinden atılmasından hemen sonra evleri yağmalıyorlardı.
Helsinki Voch Teşkilatı “operasyonun sistematik insan hakları ihlaleriye, daha önce olmadık gaddarlıkta yapıldığını” kaydetmişti. “Memorial” insan hakları örgütü de 24 Ermeni köyünden birkaç bin Ermeninin sürüldüğüne dikkat çekmiştir. Ermenilerin kendi köylerinden sürülmesi gerçeği SSCB İçişleri Bakanlığı personelinin tanıklıkları ile DKÖB sıkı yönetim komutanı bölge bürosu oturum tutanaklarıda teyit edilmektedir.
Aslında bu operasyon fiilen Ermenilere karşı düzenlenen kapsamlı bir saldırıydı. Saldırılara ESSC sınırları içinde bulunan köyler de maruz kaldılar. 1991`de 5 Mayısını 6`ya bağlayan gece Azerbaycanın Kazah Rayonuna komşu Tavuş`un Voskepar köyü Sovyet birlikleri ile Azeri emniyet güçlerinin saldırılarına uğradı. Sovet özel harekat birlikleri helikoterlerle havadan indirme yaparak, köyün giriş çıkışlarını kapattılar. İki köylü öldürüldü, yedisi yaralandı ve bir otomobil havaya uçuruldu. İl merkezi Noyenberyan`dan 15 polis ve 4 sivil köye girmek isteyince, bunlardan 15`i vahşice katledildi. Öldürülmeyenlar ise rehin alınıp, Azerbaycanın Kirovabad şehrindeki hapisaneye atıldılar, bunlardan 3`ü orada öldürüldü. Eylemi tertipleyenler yine cezalandırılmadı.
Nisanın 24`ünde Ermenistan Yüksek Şurası başkanı bir mektup yazıp, SSCB yöneticilerinden sivil Ermeni halkın korunmasını ve köylülere güvenlik garantisi verilmesini istedi. Ancak SSCB İçişleri bakanlığı ile Azerbaycan OMON güçleri tenkil operasyonlarına devam etmeyi sürdürdüler, bu durum ise anlaşmazlığın kapsamlı savaşa dönüşme olasılığını güçlendirdi.
Mayısın 6`sında SSCB Yüksek Şurası nihayet Ermenistanın, DKÖB`de mevcut durumu ve Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinde günden güne artan gerginliği gündeme alma talebini müzakere etmek maksadıyla, SSCB Halk Delegeleri Sovyetini toplantıya çağırdı, fakat orada sadece sorunun SSCB Yüksek Şurası Milliyetler Sovyetinde ele alınması kararlaştırıldı.
Aynı gün yedi bin Ermeni mülteci askeri helikopterlerle Getaşenden Stepanakerte nakledildiler, bunun üzerine halk ayaklanıp, olayı protesto etmek istediyse de, sıkı yönetim komutanlığı gösteriyi kesinlikle engelledi. Mekanize zırhlı birlikler hoparlörlerle şehirde dolaşıyor, sivil halkı, emre karşı gelmeleri durumunda, güç kullanılacağı konusunda uyarıyorlardı.
Dağlık Karabağ Delegeler Bölge Sovyeti İcra Komitesi ülkede olağanüstü durum ilan etti, uluslararası toplumu uyardıktan sonra DKÖB, Ermeni halkına siyasi sığınma hakkı tanınması beklentisiyle, BM`ye başvuruda bulundu. 19 Haziran 1991`deki genişletilmiş oturum neticesinde İcra Komitesi bölgede siyasi ve ekonomik durumun istikrarına yönelik etkinlikler torba yasası hazırlayıp, Artsakh`ın varlığını koruması ve Azeri saldırılarına karşı etkin silahlı mücadelenin altyapısını oluşturma programı hazırladı.
Marağa
Karabağ çatışmaları sırasında vuku bulan feci olaylar arasında Marağa`da sergilenen vahşeti, hem sivillere karşı uygulanan gaddarlığın ölçüsüzlüğü, hem katledilenlerin sayısı, hem de barbarlığın sonuçları açısından bir öncekilerden tamamen farklı kılmaktadır.
Dağlık Karabağ`ın Martakert ilçesi köylerinden Marağa ve Marguşavan`daki ( eski Leninavan) korkunç eylemler Azerbaycan tarafından planlanmış soykırım girişimleri olup, iki safhalıydı. 10 Nisan 1992`de yoğun top atışından sonra Azerbaycan silahlı kuvvetlerine bağlı birlikler 20 birim zırhlı muharebe araçlarının desteğinde köye girer, evleri ateşe verir, köyün sivil sakinleri öldürür ya da rehin alırlar. Aynı vahşet 10 Mayısta olduğu gibi aynen tekrarlanır, sadece rehin alınanların sayısı kat kat fazladır, ayrıca Marağa ve Marguşavan köyleri yer yüzünden tam anlamıyla silinir. Köyün 4 644 sakinlerinde 300 kadarı ilçe sınırlarında, ama başka bir yerde Yeni Marağa köyünü inşa eder, diğerleri ise Ermenistan Cumhuriyetine, Rusya Federasyonu ve Bağımsız Deletler Topluluğu ülkelerine göçmek suretiyle darmadağın olurlar.
Rehinelerin çoğu Azerilerin (işişleri bakanlığı özel polis güçleri personelinin) evlerinde tutulmaktaydı, her ne kadar bu 1949 Cenevre Sözleşmesinin “Savaş sırasında sivillerin korunmasına” dair maddesinin açıkça ihlali de olsa. Cürümün işlendiği yer ve bunların sonuçları belgelenmiş olup, en az 57 köy sakinin katledildiği, katledilenlerin cesetlerinin ise tahkir ve tezyif edildiği belirlenmiştir. Mezarların açılması esnasında yapılan video kayıtlarında öldürülenlerin işkenceye tabi tutuldukları, tahkir edici fiillerde bulunulduğu, aşağılayıcı bu eylemlerin ahlaksızca cesetlere de yapıldığı görülmektedir. Öldürülenlerin 30`u kadın, 20`si ihtiyardır. Onlarca köylünün başları sağ iken kesilmiş, sonra vücutları yakılmıştır. Kaçmayı başarıp, sağ kurtulanlardan bazıları kendi çocuklarının veya yakınlarının başlarının sağ sağ nasıl testerelendiğini gözleriyle görmüşlerdir. Yaklaşık 60 kişi rehin alınır, bunlardan 9`u çocuk, 29`u kadındır. Evleri yağmaladıktan sonra ateşe veriyorlardı. Öldürülenlerin cesetlerini dahi yağmalanıyor, maktullerin mal varlıkları gasp ediliyordu.
Doğal olarak Marağa katliamlarından sağ kurtulanları, çektikleri o eziyetlerden sonra, Azerbaycanlılara karşı duydukları nefret nedeniyle suçlamanın yerinde olmayacağını, belirtmek durumundayız. Onlar köylerinden atılıp, Martakert ilçesinde, yakınlarında bir Müslüman mezarlığının bulunduğu yerde, Yeni Marağa`yı inşa etmek zorunda kaldılar. Oradaki mezar taşları olduğu gibi duruyordu, hatta sokağın karşı tarafında bulunan bir mollaya ait türbe de. 2020`de Azeri-Türk saldırıları nedeniyla Yeni Marağa köyü Azerbaycan`ın hakimiyetine geçti, köy sakinleri bir kez daha göçmek zorunda kaldılar, onların evlerinin, mezarlıklarının ve diğer yapıların ne durumda oldukları meçhul. |
10 Nisan 2002`de DKÖB Yüksek Şurası alenen insan haklarının açık ihlali olan bu olayları kınadı ve Azerbaycan tarafından Ermenilere karşı yürütülen nefret politikasının açık bir göstergesi olan şiddetin, askeri açıdan herhangi bir gerekçesi olamayacağı açıklamasıyla, uluslararası kuruluşlara, özellikle de BM ve AGİT`e bu olayları Ermenilere yapılan soykırım olarak tanıması çağrısında bulundu.
Marağa Bu köyün adı öyle bir katliamla ilişkilendirilmektedir ki, en az 45 Ermeninin gaddarca öldürülmesine rağmen uluslararası basında gereken yankıyı maalesef bulamamıştır. Uluslararası Hristiyan Dayanışma Örgütü`nün Dağlık Karabağ ziyareti esnasında sadece Azeri Türklerinin ülkenin kuzeyinde bir köyü işgal ettikleri, Nisanın 10`unda Martakert bölgesinde sivilleri öldürdükleri haberi geçildi. Olayları yerinde görmek amacıyla bir grup yöreye gitti, orada sakinleri dehşet içinde olan bir köye vardı, köylülerin ateşe verilmiş evlerinden hala dumanlar yükseliyordu, kömürleşmiş cesetler ve iskeletler ise yerlerde sürünüyordu, zira insanların başlarını testereyle kesip, cesetlerini aile fertlerinin gözleri önünde yakmışlardı. 45 insan katledilmişti, 100 kadarı da kayıp, muhtemelen ölümden de kötü bir kadere mahkum edilerek. Anlatılanları dinledikten sonra, grup üyeleri köylülere mezarları açmanın mükün olup, olmadığını sorarlar. Köylüler buna yürekleri kan ağlayarak razı olurlar, hatta başları kesik, vücutları kömürleşmiş cesetlerin fotografını çekmelerine dahi izin verirler. Daha sonra bu trajediyi dünyaya duyurup, duyurmayacaklarını sorduklarında şu cevabı alırlar: “Ermeniler kendi acılarını dünyaya duyurmakta başarılı değiller”. Biz bu faciada olanların kaydedilmesinin, aynı zamanda nasıl yorumlandığının, daha doğrusu nasıl yorumlanmadığının, vahşete maruz kalanlar ve uluslararası basın tarafından izah edilmediğinin önemli olduğununa inanmaktayız. Uluslararası camiada kamuoyu kaçınılmaz olarak, basın organlarınca şekillenmektedir ve siyasi destek ise Hocalı olaylarına atfedilen asılsız iddialar sebebiyle büyük ölçüde kaybedilmiştir. Uluslararası basın Marağa`daki Ermeni katliamlarına gerektiği gibi değinmedi. Dolayısıyla dünyada Dağlık Karabağ silahlı kuvvetlerinin Azeri Türklerinden daha gaddar davrandıkları görüşü yaygınlaşmaya başladı. Oysa eldeki kanıtlar, aksinin gerçeğe çok daha yakın olduğuna işaret etmektedirler. Kaynak: “Devam eden Etnik Arındırma. Dağlık Karabağ Savaşı”, İslam Dünyasında Dini Azınlıklar Enstitüsü, Zürih, London, Washington, 1993. |