Sovyet Döneminde Dağlık Karabağ Anlaşmazlığı
1923 yılında Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti`ne bağlı Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi`nin kuruluşu Karabağ anlaşmazlığına çözüm getirmedi. Dağlık Karabağ Ermenileri 1920`li yıllardan itibaren SSCB`nin var olduğu süre boyunca bu kararı asla kabul etmeyip, on yıllar boyu ana vatanla birleşmek için amansız mücadele verdiler.
Azerbaycan hakimiyetinde bulundukları süre içinde Azerbaycan yönetimi sistematik olarak, kararlılıkla DKÖB Ermenilerinin hak ve çıkarlarını ihlal etmiştir. Azerbaycan için Karabağ öncelikle maden yataklarının kaynağı olmuştur. Dağlık Karabağ`a karşı yürütülen ayrımcı politikanın ana hedefi bölgede sosyo-ekonomik gelişimi bilinçli olarak engellemek ve bu sayede bölgenin Ermenilerden arındırılması sürecini hızlandırmak, olmuştur. Ayrımcı bu politika böigeden Ermeni göçünün başlıca nedeni olarak, Karabağ`ın demografisini olumsuz yönde etkilemiştir. Bütün bunların sonucunda 1923`te Dağlık Karabağ`da nüfusun % 94.4`ünü oluşturan Ermeniler, 1989 verilerine göre nüfusun ancak % 76.9`u kadardı. Ayrıca Ermeni tarihi eser ve kültürel değerler ya imha edilmekte, ya da Azerilere aitmiş gibi gösterilmekteydi. Tarihi bir Ermeni yurdu olan, ancak zamanla Ermenilerden tamamen arındırılan Nakhicevan`ın durumuna düşmemek, ayrımcılığa maruz kalmamak için Artsakh Ermenileri Azerbaycan`dan ayrılmayı güvenli bir gelecek inşa etmenin güvencesi olarak görmekteydiler.
Karabağ`ın Azerbaycan hakimiyetine karşı mücadelesi farklı zamanlarda farklı şekiller almış ve asla, hatta Stalin despotizm döneminde bile, aralıksız sürdürülmüştür. İkinci Dünya Savaşı sonrasında hem DKÖB halkı, hem de Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti yöneticileri Dağlık Karabağ sorununu daima SSCB merkezi yönetiminin gündemine getirmişlerdir (örneğin 1945, 1949, 1965, 1967 ve 1977 yıllarında olduğu gibi). Ermenistan Komünist Partisi birinci sekreteri Grigor Harutyunyan Karabağı Ermenistan`a bağlamak amacıyla Stalin`e iki rasmi dilekçe sunmuştur (1945 ve 1949 yılında). Dağlık Karabağ halkının temsilcileri ise Moskova`ya çeşitli mektup ve dilekçe yollamak suretiyle, Dağlık Karabağı Azerbaycana bağlamanın anayasaya aykırı olduğunu, dolayısıyla bu kararın gözden geçirilmesini talep etmişlerdir. 1965`te benzeri bir dilekçeyi 45 bin kişi imzalamış, bunun üzerine Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Merkezi Komitesi Sekreterliği Ermenistan ve Azerbaycan Komünist Partilerinin Merkezi Komitelerine Dağlık karabağ anlaşmazlığını birlikte araştırma talimatı vermiştir.
Söz konusu girişimler dikkate maalesef alınmadı, aksine bu girişimin organizatörlerine kovuşturma açılma fırsatı tanıdı. Ancak bu girişimlerin gözardı edilmesi veya reddi, aksi sonuçlar doğurdu, Stepanaket`te Ermeniler ve Azeriler arasında vuku bulan şiddetli çatışmalar söz konusu yaklaşımın kaçınılma bir sonucudur.
Azeri yönetiminin Ermeni karşıtı politikası etnik çatışmaların tetiklenmesini de içermekteydi. Azeri yönetimi bu çatışmaları gerekçe göstererek Ermenileri hapse atıyor, katlediyor, birçoklarını Karabağ`dan göçe zorluyordu. Bu tür eylemleri Azerbaycan Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) başkanı olan, sonra devlet başkanlığına atanan Heydar Aliyev şahsen planlayıp, gerçekleştirmekteydi.
Örneğin 23 Kasım 1977`de SSCB bakanlar kurulu başkanlığı: “Tarihi bazı gerçekler göz önünde bulundurarak, Dağlık Karabağ on yıllar önce yapay olarak Azerbaycan`a bağlanmıştır. Bu süreçte bölgenin tarihi, etnik durumu, halkın iradesi ve ekonomik çıkarları göz ardı edilmiştir. On yıllar geçmiş olmasına rağmen Karabağ sorunu hala sıkıntılar çıkarmaya devam etmekte, asırlardır birbirleriyle dostluk içinde varlığını sürdüren bu halklar arasında düşmanlık yaratmaktadır. Dolayısıyla Dağlık Karabağ (Ermenice Artsakh) Ermenistan `SSC`ye bağlanmalıdır. Bu taktirde her şey hukuken yerli yerine oturur”. Ancak SSCB Komünist Partisi Merkezi Komitesi bu öneriyi reddetti.
Azerbaycanın Dağlık karabağa yönelik ayrımcılık politikası
Dağlık Karabağ ve Nakhicevan`ın Sovyet Azerbaycanına bağlanması, Ermenilerin tarihi yurtlarından “barışçıl tehcirini” gerçekleştirme maksadı güden ayrımcı yönetimin oluşturulması anlamına geliyordu.
1923-24 yıllarında Nakhicevan`ın statüsü üç kez değiştirilip Sovyet Cumhuriyetinden Özerk bölge statüsüne indirgenmiştir. Azerbaycan yurtlarını terketmek zorunda bırakılan Ermenilerin Nakhicevana dönüşünü resmen yasakladı. Bunun sonucunda bölgenin demografik yapısı tamamen değişti ve Ermeni nüfusu orada 53 bin 900`den (1916 verileri), 3 bin 400`e (1974) düştü.
Karabağın demografik yapısını değiştirmenin bir başka yötemi de Dağlık Karabağ çevresindeki Ermeni idari birimlerinin sınırlarını yeniden düzenlemekti. Merkeziyetçi planlama ve merkezi yönetim sistemi üzerine kurulu Sovyet ekonomisi, başlı başına Dağlık Karabağ ekonomisini baskı altına almak için adeta öncelikli bir araçtı. Karabağın ekonomisi SSCB ve Sovyet Cumhuriyetlerinden gelen talebe bağlıydı. Dolayısıyla bu durum Azerbaycan yönetiminin siyasi kararlarına bağımlılık demekti. Sonuç itibarı ile Dağlık Karabağın ne ekonomik yapısı, ne üretimin dağılımı, ne de büyüme kapasitesi Dağlık Karabağın ekonomik potansiyeline uymamaktaydı.
On yıllar boyunca Karabağa yapılan yatırımların hacminde belirgin değişimler yapılmamış, buna karşın Azerbaycan`da bu iki kat artmıştı. Örneğin Karabağ için öngörülen yatırımların yarıdan fazlası Serseng su ambarının inşasına yatırılmıştı, ama buranın suyu Karabağ dışındaki Azerbaycan köylerine veriliyordu. Bir dönem şarapçılık bölgenin en gilişmiş ekonomi dalıydı. Dağlık karabağ bir kişiye düşen üzüm üretiminde (bir kişi başına yaklaşık bir ton üzüm düşmekte ve bu oran devlete ait arazide üretilmekteydi), ancak mahsulün sadece % 20-22`i şarapçılıkta kullanılmaktaydı, geriye kalan % 78-80`i hammadde olarak Azerbaycana gönderilmekteydi. Dağlık Karabağ`ın en büyük işletmesi 2 bin 500 işçinin çalıştığı ipek fabrikasıydı. Üretilen hazır malın nihayi kurutulması hariç, ipek üretim sürecinin her aşaması bu fabrikada tamamlanmaktaydı. Burada üretilen ipek kumaş yüzlerce km uzaklıktaki Azeri şehri Şeki`ye yollanmakta, oradan da pazara sürülmekte, böylece Karabağ kendi ürettiği ipeğin ihracatından elde edilen galirden mahrum bırakılmaktaydı.
Azerbaycan yönetimi özerk bölgede yolların altyapısını geliştirilmeye yönelik hemen hemen hiçbir yatırım yapmayıp, Dağlık Karabağ ekonomisinin büyümesini devamlı engellemekteydi. Dağlık Karabağ idari merkezi ile ilçeler arasındaki iletişimi sağlamak, uzak bölgelere yolculuk gerektirirken, yolların durumu iç açıcıydı. Yol inşaatı Azerilerle meskun yerleri birbirine bağlama amacı gütmekte, bu yapılırken Ermeni yerleşim birilerinin aralarındaki bağı mutlaka Azeri birimleri üzerinden sağlamasına özen gösterilmekteydi. Çoğu kez bu birimler özerk bölgenin idari sınırları dışındaydılar.
Merkezi üretimin yıllık ortalama göstergesi Azerbaycandakine oranla 2.5 defa daha küçüktü, oysa Dağlık Karabağ`da değerli maden yatakları bulunmuştu ve buna rağmen üretim için gerekli ham madde komşu Azerbaycan bölgelerinden ithal edilmekteydi. Karabağ`da örneğin maden sanayinin gelişiminde istihdam yaratacak yeni teknolojilerin kullanılması için gerekli koşulların oluşmasına rağmen, bundan kesinlikle kaçınılıyordu.
Karabağda yeni teknolojilerin uygulanması, bölgede tarımcılığı başlıca uğraşı yapmak ta için yasaklanmıştı, zira bu durumda yüksek öğrenim sahibi olanlar yurtlarını terkedecek, onların yerini dolduracak olan ve hayvancılıkla uğraşan Azerilerin göçü kendiliğinden tetiklenecekti. Bunlar çok çocuk yaptıklarından dolayı bölgede demografik yapı ise kısa zamanda Azeriler lehine değişecekti.
Böylece Ermeni nüfus sürekli azalırken, Azeri nüfusu Azerbaycan`dan bölgeye yapılan göçler nedeniyle birkaç kez artmıştı. 1923`te Azeriler Karabağ`da nüfusun % 3`ünü oluştururken, bu sayı 1953`te % 13`e ulaştı, 1988`de ise % 24`lik bir oranla zirve yaptı.
Ermenilerin manevi ve kültürel yaşamına müdahele, onların haysiyetini zedeleme eylemleri Azeri yönetimince aralıksız izlenen siyasetin belirgin niteliğini oluşturmuştu. Azerbaycan`da yayımlanan tüm kitaplarda Azerbaycanlılar, Dağlık Karabağın yerli ve kadim halkı olarak sunulmaktaydı. Ermenistan`dan yapılan radyo ve televizyon yayınlarına ulaşım kati surette yasaklanmıştı. Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile kültürel ve manevi bağlar da tamamen kesilmişti.
Dağlık Karabağda yürütülen eğitim politikası da ayrımcılık içerikliydi. 1960`lı yıllardan itibaren Azeri yönetimi ülkede Ermeni okullarını kapatıyordu. Baküde son Ermeni okulu 1983`te kapatıldı, oysa orada 250 bin Ermeni yaşamaktaydı. Ermeni tarihi ortaokul ders programlarından çıkarılmış, yerine Azerbaycan tarihi okutulmaya başlanmıştı. Ardından Ermeni tarihi, edebiyatı ve coğrafyasının eğitimi de yasaklandı. DKÖB`ye ilişkin Azerbaycan anayasasında özerk bölgenin resmi diline dair herhangi bir tanımlama ise yoktu.
Bakü ve Kirovabad`da Ermenice ders veren üniversiteler, Ermeni kütüphane ve tiyatrolar kapatıldı.Bakü Pedagoji Ünivrsitesi ile Nakhicevan pedagoji ve tıp kolejlerinin Ermenice fakülteleri de aynı kaderi paylaştılar. Baküde Ermenice eğitim veren enstitünün hazırlık sınıfları ortadan kaldırıldı. SSCB merkezi yönetimi her cumhuriyete kendi ülkelerinde olmayan dallarda uzmanlık eğitimi için öğrenci kontenjanı ayırırken, Azerbaycana özel tahsis edilen 850-900 kontenjandan Dağlık Karabağa tek bir yer dahi verilmiyordu. Buna gerekçe olarak, Azerbaycan iktidarı benzeri kontenjanların yerel halk temsilcileri için öngörüldüğünü, Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi Ermenilerinin ise yerli olmadıkları gibi aslı astarı olmayan gerekçelere sığınıyordu (ki bu da başka bir yalan). Burada hedeflenen amaç, Ermenilerin yurtlarını terk etmeleri için gerekli ortamın yaratılmasıydı ve bu konuda hiçbir gayret esirgenmiyordu. Aynı gerekçelerle Ermenistan`da yüksek öğrenim gören Dağlık Karabağ`da işe alınmamaktaydı. İş bulamamaktan dolayı birçok yetenekli genç yurtlarını terk durumunda bırakılıyordu. Buna karşın çok sayıda Azerbaycanlı Komünist Partisinin yerel teşkilatlarında, idari, ekonomi, hukuk, eğitim ve sağlık birimlerinde çalışmak üzere Dağlık Karabağa gönderiliyordu. Ülkede sanayi ve enerji kurumlarının gelişmesine yönelik kapsamlı işletmeler inşa etmek gerekçesiyle Dağlık Karabağ`dan çok sayıda işçi zoraki Bakü, Sugayit, Mingeçaur gibi Azerbaycan şehirlerine gönderildiler. Bu insanlar ve aile fertleri 1988-90 yıllarında Azerbaycan`da görülmemiş bir vahşet ve kitlesel katliamlara maruz kaldılar.
Bu vahşet ve Ermeni karşıtı politikadan kendine düşen payı tarihi Ermeni eserlari de aldılare. Dağlık Karabağ`da mevcut binlerce tarihi ve kültürel eser, çoğunlukla Ermeni kilise ve manastırları, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin resmi tarihi eserleri koruma listesinde kendine yer bulamadı. Aksine, ASSC Bilimler Akademisinin özel komisyonu, yaptıklar vahşeti aklamak kaygısıyla, bu eserleri “geçmişin tehlikeli dini merkezleri” olarak niteledi.
Söz konusu eserlrin birçoğu Ortaçağda inşa edilmiş olup, Ermeni halkının tarihinde önemli bir yer tutmaktaydı. Ermeni kaynaklar ve bu eserlerin duvarlarına kazınmış kitabeler, Azeri yönetiminin “Ermeniler Dağlık Karabağda 18. asırdan itibaren belirmişlerdir” diyebilmesine engel teşkil ediyordu. Söz konusu yönetim eserlerin Albanlara ait olduğunu, kendilerinin ise Albanların varisi olduklarına dair tamamen asılsız iddialarda bulunarak, bunları sistematik olarak tahrip etmekteydiler. Sadece yüzlerce kiliseler, manastırlar ve mezarlık havaya uçurularak imha edilmekle, inşaat malzemesi olarak kullanılmakla kalmadı, tarih öncesi yerleşim birimi olan Tztzavank, Metz Tağer, Azokh mağaraları da müthiş zarar gördü. Zarar gören kalıntılar arasında Amaras Manastırının tarihi Aziz Grigoris (5. asır) mezarlığı da tahrip edildi. 1930`lu yıllarda Dağlık Karabağ`da hiç bir kilise açık değildi, ama buna karşın camiler açık olup, şii Azerilere aralıksız hizmet veriyordu.
Ermeni halkına karşı 1921`de alınmış olan, Anayasaya aykırı karanın iptal edilmesi, Dağlık Karabağı Azerbaycan`dan ayırıp, Ermenistan Cumhuriyetine bağlanmasına ilişkin tüm talepler karşılıksız kaldı, bu da yetmedi, Azerbaycan yeni şiddet eylemlerine baş vurdu. Bununla beraber 1988 yılı Dağlık Karabağ tarihinde bir dönüm noktası olup, Ermenileri tarihi adaletin nihayet yerini bulacağı konusunda umutlandırmıştır.
1979`da yapılan nüfus sayımına göre Azerbaycan`da 475 bin 500 Ermeni yaşamaktaydı, her ne kadar 1960-70`li yıllarda Kazak, Zakatala ilçeleri ile Nakhicevan Özerk Cumhuriyeti çoğunlukla Ermenilerden arındılmış olsa da.
Kimlik sorunları ve diğer etnik gruplara karşı mücadele Azerbaycan Sovyet Sosyalis Cumhuriyeti oluşturulduğunda bu devlet fiilen enternasyonalizm ilkeleri, yani Hristiyan ve Müslümanların birliği üzerine kurulmuştu. Kızıl Ordu Ermenistan ve Gürcistan üzerine yürürken, Bakü`deki liderler Moskova`ya, Komünist Partisi Merkezi Komitesine mektup yazdılar ve Azerbaycanda milletler üstü bir merkezin kurulmasını önerdiler. Buna göre bu merkez bölge halklarının ortak devleti olacaktı. O dönemde ulusal devlet oluşturmak Türkler (Kafkas Tatarları) açısından muhtemel gözükmüyordu. Bu itibarla Azerbaycan`ın Sovyet rejimine geçmesiyle yayınlan “Toprak kararnamesinin” üç dilde, Rusça, Türkçe ve Ermenice olarak kaleme alınmış olması tesadüfi değildi. Hatta Ermenilerin katliama maruz kaldıkları talihsiz etnik arındırma olayları sonrasında bile Bakü Türk-Tatar şehri olmaktan çok, bir Rus ve Ermeni şehriydi. 1933 yılına kadar Kafkas Tatarları Azerbaycan`da devletin ileri gelenleri arasında değildiler. Ancak Marksizm-Leninizm ve Ateizm üzerine kurulu bir imparatorluk için Hristiyan-Müslüman diye nitelenen bir yapı, sonuçta kabul edilemezdi, zira Müslüman kelimesinin kullanımını dahi İslam olan halkların birleşmesi için potansiyel tehdit olarak algılanmakta, dolayısıyla arzu edilebilir bir durum olamazdı. Durum böyle iken Moskova koskoca imparatorluğun Müslüman nüfusunu ulusal aidiyet temelinde bölmeye karar verip, bölgesel birimlerin yöneticilerinin eğitimini o birimlere devretti. Her ne kadar bu yaklaşımın uygulanması, halkın yerel olduğu yörelerde kolay da olsa, yeni olşan Azerbaycan Cumhuriyetinde durum hiç de öyle değildi, zira burada nüfus Rus ve Ermenilerin yanısıra Müslüman etnik gruplardan Talişlerin, Tatların, Lezgilerin, Kürtlerin ve Kafkas Tatarlarının oluşturdukları bir bir nevi karışımdı. Azerbaycanlı adı, yani etnonimi 1930`lu yıllarda oluştu. Müslüman gruplar arasında Pantürkizm yanlısı Kafkas Tatarları çoğunluktaydılar, kısa zamanda asimilasayon sürecini başlattılar. Moskova Bakünün keyfi, çoğu kez de zoraki uygulanan politikasına iki nedenden dolayı göz yumuyordu, birincisi asimile olmaya, Türkleşmeye direnen grupların alternatif Ruslaşmaktı, ikincisi de Azeri “ulus veya devlet” oluşturmak, asıl, yani İran Azerbaycan`ına olan iddiları gündemde tutacaktı. Bunun kendilerine sağlayacağı faydayı idrak eden Azeriler, vakit kaybetmeden işe koyuldular. Klasik İran şairleri Nizami`yi, Hakani`yi ve daha birçoklarını kadim “ Azeri” şairi ilan ettiler. Ermeniler başta olmak üzere, diğer Doğu halklarının geleneksel birçok müzik ve danslarını yine Azeri eserleri, diye nitelediler. Bölge tarihini de Azerbaycan tarihi olarak sunmaya başladılar, her ne kadar Araks Irmağının doğusunda böyle bir devletin varlığına tarihte raslanmasa da. Hatta Ermeni haçkarlarını “millileştirmeyi” dahi denediler, ancak buna kimsenin inanmadığını görünce, bu sefer imha etmeye başladılar. Müslüman diğer grupların asimilasyonunu hızlandırmak için 1930`lu yıllarda bu grupları özel olarak vergilendirdiler. Halk arasında bu “Lezgin vergisi” diye adlandırılmıştı. Bu vergi çocuklarına ana dilde eğitim vermek isteyenlerden de alınıyordu. Vergiden muaf tutulmayı isteyen birçok Kürt, Lezgi ve Taliş, bilhassa kırsal kesimde, Azeri “oldular” ve çocuklarını Azeri okuluna verdiler. Sovyetler Birliğinde yapılan nüfus sayımına göre 1926 yılında Sovyet Azerbaycanında yaşayan Talişlerin sayısı 77 300 idi. 1939`da bu sayı 3 bine geriledi. Sonraki yıllarda SSCB`de yapılan nüfus sayımlarında Azerbaycan`daki Talişlerin adı dahi anılmıyordu. Onlar 1989`da “Perestroyka” sayesinde 21 bin Taliş olarak tekrar “ortaya” çıktılar. Azerbaycan`da bağımsızlık ilanından birkaç yıl sonra Norveç hükümeti Udi köyünde bir kilisenin restorasyonun finanse etmeyi kararlaştırmıştı. Köyün ahalisi Udiler Kafkas Albanlarının Hristiyan yegane varisleri sayılmaktaydılar. Bilindiği üzere bu Albanlar ayrı bir halk olarak varlıklarını kendi devletlerinde sürdürürken Ermeni etkisi altındaydılar, kiliselerinde ayinlerini dahi Ermenice yapıyorlardı. Kilisenin restorasyonu esnasında kapının üstündeki kitabenin, Ermenice olduğu için Azeriler tarafından kazındığı anlaşıdı. Bunun üzerine Norveç büyükelçisi, hükümetinin utanç verici bu rezalete hiçbir şekilde karışmak istemediğini açıklamak durumunda kaldı.
|